4 Aralık 2012 Salı

Aralık 2012 - Tema duvarımız


Havalar soğumaya başlayınca, ev aktiviteleride daha önemli olmaya başladı günlük hayatımızda.
Olabildiğince hergün bir şeyler yapmaya çalışıyorum ikisiyle. Dünkü eğlencemiz kurabiye yapmaktı. Ufaklığınkiler biraz şekilsiz olsalarda, kızım oldukça başarılıydı bu işte.
Bugünkü konumuz da kendi yılbaşı ağacımızı yapmak. Salonumuzuda bir tane tamamen boş duvarımız var, çocuklar takılmasın diye önü de hep boş, bu duvarı ayın tema duvarı yapma kararı aldık. Bizim evin her tarafı zaten çocukların resimleri ile dolu,  ev aslında daha çok onların, bizlerde yanlarında yaşıyoruz işte...

İtiraf edeyim bu teşvik benden geldi.. Kızım daha küçükken, ufaklık henüz ortada bile yokken, bir gün salon sehpasına çıkartmaları yapıştırıvermişti, bende söylene söylene temizlerken, " burası benim salonum istediğin herşeyi yapamazsın" dedim, ve aldığım cevap beni kendime getirdi..." Ama burası benim de salonum..."
Evet çok haklı , herkes evinde rahat eder, istediği gibi davranır, adı üstünde orası evin, tamamen senin. Kimse tavanının rengine, kullandığın mobilya ya karışamaz, onlarla sen yaşıyorsun, öyle mutluysan , tamam o zaman. E peki burası benim evimse, benim kurallarımsa, onların evi neresi olacak? Ben ve eşim herşeyden önce çocuklar olmasa evde bu kadar vakit geçirmiyoruz. Demek ki ev hepimizin, kimse kimseyi rahatsız etmediği ve zarar vermediği sürece herkes herşeyi yapabilir. Tabi çocuklara biraz sınır koymak gerekiyor, yoksa rahatlığı abartabiliyorlar, bu nedenle kendi odaları ve mutfak duvarları serbest bölge, diğer kısımlarsa biraz daha kontrollü.

Neyse bu ara hikayeden sonra gelelim ne yaptığımıza,

Büyük fon kağıtlarından yılbaşı ağaçları kesik. Onları duvara bantladıktan sonra, evde olan eski yaldızlı paket kağıtlarından, fon kağıtlarından yıldızlar, toplar kestik, bulduğumuz çesitli parlak  artıklarıda kullanıp bunları Patafix le,( macun gibi olan yapıştırıcılar, istendiğinde kolayca çıkarılıyorlar) hem ağaçlarımıza hemde duvarımıza yapıştırdık, hem çok eğlendik, hemde baktıkça hoşumuza giden dolu bir duvarmız oldu.

27 Haziran 2012 Çarşamba

“The Great Masters”

Eşimin ağbisinin ziyareti dolayısı ile sıkı bir İstanbul tatiline girmiş bulunmaktayız.
Turumuza önce hipodromdaki Gazi koşusuyla başladık, benim için fazla kalabalıktı ama gene de hoş bir gün geçirdik diyebilirim.  Ertesi gün kendimizi Güzelce de denize girerken bulduk, sonraki gün de havuz derken, bugün havanın yağışlı olması sebebi ile yaz modundan çıkıp rotamızı Karaköy e çevirdik.
Karaköy e gidince uğramadan geçmediğimiz Güllüoğlu ziyafetinden sonra, vardık Tophane-i Amire’ye. 4 yaş üstü çocuklar içim daha çok tavsiye edebileceğim bir sergi. Mete de takıldı bizle, sorun olmadı ama Maya çok ama çok keyif aldı diyebilirim. Van Gogh sergisine gidenler bilir, çok etkileyici bir sergi idi, ama benim ufaklıklara biraz fazla karanlık ve yüksek sesli gelmişti.
“The Great  Masters” interaktif bir sergi, ama daha rahat bir ortam. Girişte isterseniz size bir kulaklık veriyorlar ve dinlemek istediğiniz eserin yanına gidip dinleyebiliyorsunuz. Tabi ki Maya içinde aldık bir tane ve tüm sergi salonunu kendi gezdi diyebilirim, hepsininin yanına gidip uzun uzun dinledi anlatılanları, hatta bir ara bana dönüp “ anne bak bunu da Michelangelo yapmış” dedi.
Da Vinci zaten hep bayıldığım bir sanatçı olmuştur. Geçen sene Meydan da kurulan sergisine de gitmiştik ve çok beğenmiştik, ama burda daha küçük modeller var ve anlatıcı da olunca daha çok detay öğreniyorsunuz. İtiraf edeyim bazıları bana daha çok Zihni Sinir projesi gibi geliyor ve acaip eğleniyorum baktıkça.
Tophane-i Amire zaten başlı başınca çok güzel bir mekan bir de böyle güzel bir sergi ile donanınca iyice güzelleşmiş. Orjinal herhangi birşey görmeyi beklemeyin, hepsi uyarlama tabi ki zaten Michelangelo’nun fresklerini getirmeleri nasıl mümkün olsunJ Ama anlattıkları detaylar çok güzel, çok uzatmadan net bir şekilde anlatmışlar nelerin dikkat çekici olduğunu.Kimbilir belki Mete de kulaklık takmaya bu kadar itiraz etmeyip birşeyler anlatıldığını keşfetseydi, çok da eğlenebilirdi.
Sergi girişinin hemen karşı salonunda ise öğrenciler tarafından hazırlanmış “Sanata Dönüşüm Atık Metal Heykel” sergisi vardı ki o da kesinlikle görülmeye değer, ve daha çok her yaş grubu çocuğa hitap ediyor. Heleki bir yağmurda yürüyen adam heykeli vardı ki alıp eve götüresim geldi, müthiş bir çalışmaydı bence.
Sergi turumuza daha sonra vapur sevdası da ekleyip kendimizi Haliç e doğru giden ilk vapura attık, aslında amacımız bir de teleferikle Pierre Loti ye çıkmaktı ancak teleferiğe varınca gördüğümüz sıra, yukarı çıkıp sonra da vapura yetişmemizin imkansız olduğunu gösterdi. Neyse bir daha ki sefere diyerek Eyüp te ufak bir çay, dondurma molası verip vapurmuzla geri döndük, en çok yorulanımız Maya sonunda vapurda uyuya kaldı, tüm bu turu da arabamızı bırakıp tünel ve metro ikilisi ile gerçekleştirince , babamıza da Maya yı dönüş yolunda taşımak düştü.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Polonezköy Country Club

Evet yazmakta çok başarılı değilmişim onu anladım, gerçi bir yandan 2 ufaklık bir yandan iş güc derken akşama pestili çıkmış olan benim de haklı sebeplerim  var tabii.
Neyse sonuç olarak artık yaz geldi, okulda tatil olunca ver elini İstanbul gezmeleri dedim, ve her sene mutlaka en az bir kere gittiğimiz, ve hep daha sık gelmeliyiz buraya dediğimiz Polonezköy deki minik hayvanat bahçesine gene gittik.

Burayı keşfettiğimizde henüz çocuklarımız falan yoktu, o yüzden uzun bir geçmişimiz var aslında, tabi çocuklar da dahil olunca bakış açımız da oldukça genişledi, daha önce farkına bile varmadığımız yerlerini de keşfettik.
Öncelikle takdirlerimi sunmalıyım. Her  sene gittiğimde bir öncekinden de gelişmiş buluyorum. Geçen sene hayvanların büyük bir kısmı ortalıkta dolaşıyordu, gerçi benim hoşuma gidiyordu, hatta iki eşşek tarafından masada iki küçük yanımdayken taciz edilip, omuzumla ittirip çok güldüğüm bir anım bile vardır. Bu olayın üzerinden  5 dakika bile geçmeden de biraz aşağımızda bir domuzun ahırdan kaçması ve çalışanların yakalama çalışmaları da çok eğlendirmişti bizi. Benim iyidir hayvanlarla aram, oldukça korkusuzumdur, zaten çocukluk  hayalim de hayvanat bahçesinde çalışan bir veteriner olmaktı, olamadım o ayrı. Ama korkanı da anlarım, saygı duyarım.
Bu sefer ortalıkta sadece Tavus kuşunu ve Küçük Pony leri gördüm, diğerleri yerlerinde takılıyordu.
Biz turumuza Maymunlar, Tavuklar ve Geyiklerin yanından geçerek aşağıda yer alan gölete inerek başladık, gölün etrafı doğal haliyle bırakılmış, kurbağa sesleri, değişik bitkiler , ördekler ve etrafta koşturan kertenkeleler arasından ufacık bir tur atıyorsunuz, daha sonra çocukların park talebi ağır bastı ve daha yukarıda yer alan basit bir park ve içinde bilimum ufak araba ve plasmacar bulunan araba parkında bulduk kendimizi, çocuklar çok eğlendi haliye. Bu arada büyüklerimiz ağaçların altında kalan mangal alanına yerleşmişti bile, çocukları iyice yorduktan sonra oturduk ateşin başına.
Çocuklar için giriş biletine de dahil olan , çocuk menüsü geldi önce, bizlere de mangal ateşi.
Çok konfor aramıyorsanız , keyifli bir gün için tavsiye edebileceğim bir yer. Ardından da eğer yer bulabilirseniz dönüş yolu üzerinde ki Polina ya uğrayıp yöreye ait güzel pastalardan yemenizi tavsiye edeceğim. Bir de eklemeden geçmeyeyim, benim girme fırsatım olmadı henüz ama mekanın ayrı bir girişi olan çok da güzel görünen bir havuzu var, henüz test edemedim, artık bir daha ki sefere diyelim.
Ve son olarak, eğer kalabalıktan hoşlanmıyorsanız  Cumartesi sabahtan gidin, biz 15.00 civarında ayrılırken artık iyice dolmaya başlamıştı.